Bizler toplumda yaşarken her şeyi, her hareketi, her
davranışı ve düşünceyi kontrol etmeyi görev biliriz. Oysa bu bir görev değil
yaşamın kendisidir. Bizler hırsı tatmadan huzurun, heyecanı tatmadan
ruhsuzluğun, mutluluğu tatmadan acının ne olduğunu bilemeyiz.
Hırsı kaybetmeden arzu ve isteklerle yaşamayı öğrenmeyi
bastırmak; isteklerimizden utanmayı, utanç içinde suçluluk hissetmeyi ve
sonunda da istemekten vazgeçmeyi getirir. Oysaki biz mutlu olmak, tat almak,
acı çekmek, acının soğukluğunu, bazen de sıcaklığını hissetmek için buradayız.
Bunları yaşamak için deneyimlemeyi, deneyimleyecek korkuyu ve aynı zamanda
korkunun yardımı ile cesareti bulmayı, cesaretin yardımıyla tadına ve farkına
varmayı öğrenmek için buradayız.
Kafa karıştıran ise bu iki ucun aslında bir tek düzlem
olduğunu anlamakta. Anlamaktan şaşkınlığa, şaşkınlıktan karmaşaya geçtiğimizde
ise ucun nerede başlayıp nerde bittiğini bilmemeye başlarız, bilmediğimiz zaman
zemini bulamaz, üstün neresi altın neresi olduğunu, başlangıç ve sonun yerini bilmeyiz.
“Aynı ayakta durduğunuz gibi başınızın üstünde durun!” Nasıl
bir anlayıştır bu, diye düşünmüştüm Yogeswari bu cümleyi söyledikten sonra.
Aynı ayakta durduğum, omuzlarımı geri ve aşağı çektiğim, üst bacak kaslarımı
dışa doğru çevirirken, popo kaslarımı sıktığım, pelvisi içe döndürüp bel ve
karnımı içeri çektiğim gibi, baş duruşuna çıkınca bütün bu fizksel halin içine
girmek zorundayım. Yoksa baş duruşunda da sağlam bir şekilde basamam başımın
üstüne.
Hayata bakış açısı olmadan, her türlü bakış açısını deneme
cesaretini bularak, tabu ve kuralları deneyimleyip uyup uymadığını, kabul edip
edemeyeceğimizi anladıktan sonra hayatın tadını alabilmenin zevkine varmak
dileğiyle!
Namaste…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder